27 Mayıs 2009 Çarşamba

Ön Yargı

Aşağıdaki resimler aynı yer fakat farklı mevsimlerde çekilmiş görüntüler... Ne görüyorsunuz?
Bir de aşağıdaki yazıyı okuyun lütfen, öyle güzel ve de doğru ki…
Güzel günler, güzel mevsimler dileğimle.




Bir zamanlar 4 Oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve ön yargılı olmamaları için onları bu konuda eğitmek istemiş. Böylece her birini uzak bir yerde duran Ağacın yanına gidip ona bakmalarını istemiş. İlk oğlan Kışın gitmiş, İkincisi İlkbahar, üçüncüsü yazın ve sonuncusu sonbaharda. Geri döndüklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne görüşlerini sormuş. İlk Oğlan Ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söyledi. İkinci oğlan Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı dedi. Üçüncü oğlan başka fikirdeydi. Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. Sonuncu Oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtti.
Yaşlı Adam Oğullarına hepsinin haklı olduğunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti. Onlara bir Ağacı veya bir İnsanı kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Ya da neye sahip olup olmadıklarını...
Gerçekleri ancak sonunda 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz.
Eğer kışın vazgeçersen, İlkbaharın nimetinden olursun, Yazın Güzelliğinden ve Sonbaharın bütünlüğünden de... Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.
Hayatınızı bir mevsim yüzünden yargılamayın .





25 Mayıs 2009 Pazartesi

Zavallı eşşek

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği,kuyunun birine düşmüş.Niye düşer, nasıl düşer sormayın.
Eşek bu. Düşmüş işte.Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm !Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.
Ayıptır söylemesi, anırdı yani.Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.Üstelik yaralanmış.Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek!Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü.Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı...
* * *

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.(Ne bazeni, çoğu zaman.)Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.Kör kuyuda olsak bile...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

DOST

Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün; 'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi' Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi Belki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki... Devam eder durur konuşma... Aralarında başlar bir tartışma, Karar verirler bir sınava, Dostun hakikisini anlamaya... Bir akşam bir koyun keserler, Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, 'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'. Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala, Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını, Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana. Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak... Genç adam gelir babasına; 'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca, Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga, Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana...' Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Der ki tokadı yiyen DOST; 'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!

14 Mayıs 2009 Perşembe

SİMİT PARASI


Günün son dersinin sonuna gelinmişti.Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu.Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu hâlini fark etti: - Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi: - Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim. - Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım? - Ahmet arkadaşımız var ya… - Evet, ne olmuş Ahmet’e? - Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor. - Ee? - Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü.Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.
Nurhan Öğretmen: - Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum? - Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum. - Nerede çalışıyorsun? - Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi. Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali’ye döndü: - Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu. - Çok zengin bir işadamı… - Niçin? - İnsanlara daha çok yardım etmek için… - Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pekiyi değil; bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme; çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin.Olmaz mı? - Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım. - Neden olmaz? - Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.İkincisi: “Ağaç yaş iken eğilir.” deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen, karşısında büyük biri varmış gibi dinliyordu: - Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadım, dedi.? - Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre Cennet’in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen’in gözleri dolmuştu. Başını “Evet” anlamında sallarken Aliyi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali’nin bıraktığı parların masaüstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayrı ihtiyarı oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Öyle bu paralar, Bu bozuk SİMİT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı … Ağladı.

FIRINDA ISPANAK

Fırında Ispanak İçin Malzemeler 1 kg.ıspanak 2 soğan 3 diş sarımsak sıvıyağ tuz,karabiber Beşamel sos için: 2.5 su b.süt 2 çorba k.un , tuz,karabiber , sıvıyağ , muskat Üzeri için: kaşar peyniri

YAPILIŞI:

Soğanları ve sarımsağı sıvıyağda sotelemeye alın. Üzerine ıspanakları da ekleyerek kavurun. Kavrulan ıspanakları fırın kabına alın.Beşamel sosu için unu ve sıvıyağı kavurun.Üzerine soğuk sütü de ekleyin. Karabiberini ekledikten sonra karıştırarak pişirin. Pişen beşamel sosu ıspanakların üzerine dökün. Üstünü kaşar peyniri rendesi ile kaplayarak toz kırmızı biber serperek 180 derecede pişirin.


HAYAT ÇATLAK BARDAKTAKİ SUYA BENZER,SEN İÇSENDE BİTECEK İÇMESENDE.SEN HAYATI GÜZEL YAŞASANDA BİTECEK YAŞAMASANDA.,